"Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım..." “… şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz…” “Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler ve köylüler!"

Bunlar, 53 yıl önce, 6 Mayıs 1972'de, Ulucanlar Cezaevi'nde idam sehpasına çıkan, bir öncekinin infazının bir sonrakine seyrettirildiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın son sözlerinden...

Onlar, Türkiye'nin çalkantılı 1960'lar ve 70'lerinde sosyalist, tam bağımsız Türkiye ideali uğruna mücadele eden devrimci gençlerdi. Öğrenci eylemleriyle başlayan mücadeleleri, zamanla silahlı direnişe dönüşmüştü. Halkına ve vatanına bu son sözlerindeki kadar bağlı olan üç devrimci, o sehpaya 1961 idamlarının rövanşıyla çıkarılmıştı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs iddiasıyla “usulden” yargılanmışlar, Türk Ceza Kanunu'nun 146 maddesi uyarınca ölüm cezası ile “tecziyelerine” karar verilmişti. 

Onların bu düşünceleri, eylemleri ve özellikle son sözleri, Türk solu tarihinde derin izler bıraktı. Deniz, Yusuf, Hüseyin, anti-emperyalist duruşları, sosyal adalet arayışları ve sorunlara devrimci yaklaşımlarıyla halkçı, aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı Türk devriminin gençliği sarıp sarmalayan heyecanı oldular. Mirasları, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal hafızasında yaşamaya devam eden bu devrimci gençlerin hikâyesi, Türkiye'nin yakın tarihini anlamak ve günümüzdeki siyasi tartışmalara ışık tutmak açısından önemini korumaktadır.

Özellikle popüler kültürde “Üç Fidan” olarak anılan devrimciler yaşamları ve eylemleriyle, idamlarından sonra geçen yarım yüzyılı aşkın sürede edebiyattan sinemaya, müzikten televizyon dizisine pek çok alanda varlıklarını görünür kıldılar.

Yakın Türk edebiyatının etkili kalemi Attila İlhan onlar için “Mahûr” adlı şiiri yazdı. Şiir, 1981’de Ergüder Yoldaş tarafından, Türk pop müziğinde benzeri görülmemiş bir müzikal yetkinlikle mahur makamında bestelendi ve Nur Yoldaş’ın yorumuyla Sultan-ı Yegâh albüminde yer aldı. Şiir, Türk protest müziğinin popüler ismi Ahmet Kaya'nın 1993'te besteleyip Tedirgin adlı albümünde okumasıyla geniş kitlelere ulaştı ve popüler oldu.

Attila İlhan’ın Türk musikisi makamlarıyla adlandırdığı Ferâhfezâ, Nihâvent, Muhayyer, Sabâ, Sultan-ı Yegâh ve Mahûr; ilk baskısı 1973'te yapılan Tutuklunun Günlüğü adlı kitabının İncesaz bölümünde yer aldı. Şairin anlatımıyla Mahûr, “12 Mart sonrası kahrının en belirgin” biçimde işlendiği şiirdi. Attila İlhan, “günün ağır ve kıyıcı haberlerini radyodan dinlediği sabah, Karşıyaka'dan İzmir'e geçmek üzere vapura binmişti. Deniz bulanık, hırçın ve çalkantılıydı. Gökyüzü simsiyah alçalmış, acı bir yel esiyordu... (Tutuklunun Günlüğü, Bilgi Yayınevi, 1975)

Mahûr’un ilk dizeleri işte böyle gelmişti ve şiirin ilk beşliği, dönemin siyasi ikliminin etkisiyle "40 karanlığı"na gönderiyordu okuru. İkinci beşlik, şairin söyleyişindeki o genel sertlikle şiirin yazıldığı günlerin kanlı olaylarını, Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamlarını çağırarak yüreklerimizi cam kırıklarıyla dolduruyordu. Son beşlik, bir belirsizlik, bir bilinmezlik ve mahur makamının hissettirdiği "sevinç" duygusuna tezat, kalın bir karamsarlıkla yağıyordu içimize:

"şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız

 o mahûr beste çalar müjgân'la ben ağlaşırız

gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız

yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız

o mahûr beste çalar müjgân'la ben ağlaşırız

 

bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

gittiler akşam olmadan ortalık karardı

o mahûr beste çalar müjgân'la ben ağlaşırız

 

bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra

sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara

 simsiyah bir teselli olur belki kalanlara

gün döndü geceler uzar hazırlık sonbahara

o mahûr beste çalar müjgân'la ben ağlaşırız"

Attila İlhan'ın, yine kendi anlatımıyla, Türk musikisine ve şarkı makamlarına ilgisinin iki kaynağı vardı: Birincisi, çocukluğunun ev ortamında divan şairi Nedim'den şarkılar okuyan o duyarlı anne ve babaydı. Diğeri ise şairin "İnönü Atatürkçüsü" olduğu yıllarda Türk musikisine olan uzaklığını, Paris yaşantısının onu "ulusal bileşim düşüncesi"ne götürmesiydi. Bu nedenle divan şiiriyle de divan musikisiyle de ilgilenmesi gerekmişti (agy.).

Amacımız Mahûr'u açıklamak, anlamlandırmak değil… Kaldı ki hiçbir şiir gibi Attila İlhan şiiri de böyle bir girişimi gerekli kılmaz. Zira bir şiiri açıklamaya yeltenmek, şair burada şunu söylüyor demek, bir edebiyat çalışması değildir. Böyle bir girişim, şiiri başka bir forma sokmak demektir ve bunun bir yararı olmadığı gibi zararı vardır. Esasen bu yazı da o zarar üzerinedir. Doğrusu şiiri, kendi formunu koruyarak açıklamaktır, bu da onu bir kere daha ve belki bir kere daha okumaktan başka bir şey değildir. Mahûr'u yayımlandığından beri defalarca; özellikle de her 6 Mayıs'ta tekrar tekrar okumamız bundandır?   

Bu 6 Mayıs’ta da tekrar tekrar okuduğumuz Mahûr, ne yazık ki son yıllarda, özellikle sosyal medyada özensizlik ve önemsemezlikten kaynaklanan yanlış bir anlamlandırmaya maruz kaldı. Yanlış bilginin en hızlı üretildiği ve yayıldığı bu ortamda, giderek günümüzde insanların durup odaklanmaya vakti yok çünkü. Delilerin attığı taşlar kuyuları çabucak dolduruyor.

“Genç fidanlar”a duyulan sevgi ve özlem nedeniyle açıklanarak paylaşılan Mahûr da o taşlardan birini yedi. Şiire ilişkin, bize göre “yanlış bilgi”, Umberto Eco’ya göre şairin şiirdeki belirlenimlerini dikkate almayan “aşırı yorum”, hızla yayıldı. O kadar ki bu açık yanlış, genel kabul gören bir doğruya dönüştü ve adeta “galatımeşhur” oldu! Mahûr’un yanlışı, edebiyatla ilgili yayın yapan dijital edebiyat/sanat platformlarında da sürdürüldü; internetin “akıl hocası” Vikipedi’nin bile kafası karıştı. Hatta adı gibi “malumatfuruş” (malumatfurus.org) olan kimi doğrulama platformları da aynı sakızı çiğneyerek galatımeşhuru “galatımeşru” kıldı.

Susmak, boş vermek, önemsememek şaire haksızlık, edebiyata ve şiire saygıyı yitirmektir, yitirmemek gerekir: Sözünü ettiğimiz yanlış, şarkının "o mahûr beste çalar müjgân'la ben ağlaşırız" nakaratında geçen "müjgan"la ilgilidir. Söylenen şudur: "Bir kadın ismi sanılan “Müjgan” eski dilde “kirpik” anlamına geliyor ve Şair’in “müjganla ağlaşmak”tan ne söylemek istediği orada çözülüyor; Atilla İlhan, 6 Mayıs 1972 yılında idam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a ağlıyordu." (mehmetceviksanat.wordpress.com)

Yani Attila İlhan, Mahûr adlı şiirinde "müjgan" sözcüğünü “kirpik” anlamında kullanmıştı. Sözcük, aynı zamanda “kirpiklerin ıslaklığı, yani gözyaşı” anlamına geliyordu ve şiirde derin bir hüzün ve çaresizlik duygusunu ifade ediyordu. Mahûr bağlamında, şarkının nakarat dizesi, şairin kirpikleri ıslanarak, sessizce ve derinden ağladığını anlatıyordu. Burada "müjgan" bir kadın adı çağrışımı yapsa da şiirdeki anlamı bu değildi!

Bu “aşırı yorum”un anılara dayandırılan çeşitlemeleri bile var. Sonuncusunu, 7 Eylül 2025’te “dokuzeylul.com”daki “O mahur beste” başlıklı yazısında Orhan Baykal aktardı. Yazara göre Attila İlhan, Okan Yüksel’e “Okan! bu şiiri ilk sen dinliyorsun. Adını Mahur koydum.” demiş. Okan Yüksel anısına şöyle devam etmiş: “Ve (Attila İlhan) 'Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız. O mahur beste çalar, müjganla (kirpikler) ben ağlaşırız.’' dizelerini okumaya başladı. İkimiz de hıçkıra hıçkıra ağlıyorduk.'' (dokuzeylul.com/o-mahur-beste-1) Bu aktarmada şiirin orijinaline uymayan yazımı ve “müjgân”ın yanında paranteze alınan “kirpikler” Orhan Baykal’a mı Okan Yüksel mi ait, bilmiyoruz. Ama her kim yazdıysa aynı yanlışı sürdürmüş, hatta şairle yaşanmış bir anı olarak sunulduğundan, şiirde “müjgan”ın “kirpikler” anlamında kullanıldığına İlhan’ın kendisini de tanık göstermek oluyor ki, yorumun aşırılığı sınır tanımıyor!

Evet, o sabah Attila İlhan, kuşkusuz Denizlere ağlıyordu ama Müjgan’la bitlikte ağlıyordu; yani ağlaşıyorlardı! Çünkü Mahûr’un “müjgan”ı "kirpik" değil, şairin şiirsel/düşsel sevgilisiydi ve şairin “genç fidanlar”ın idamından duyduğu derin hüznünü paylaşıyordu. Müjgân iyi ki “kirpik” değildi, yoksa şiir bütün duygusunu ve hikâyesini yitirirdi!

Müjgân’ın "kirpik" olduğu yorumu, en az üç nedenle doğru olamaz: Birincisi, Attila İlhan'ın şiir tavrından biliyoruz ki, şair şiirlerinde hâkim kılmak istediği duyguyu, kurduğu dramatik yapı üzerine inşa ettiği imgeyle güçlendirir. Eğer söylendiği gibi "müjgan" Farsçadaki "kirpik" anlamıyla şiire alınmışsa, o dramatik kurgu alt üst olur ve "o mahûr beste çalar kirpikle ben ağlaşırız" biçimindeki dizesi, şiirin merkez temasının dayanağı bir nakarat olarak çöker ve şiirin dramatik yükü boşalır giderdi.

İkinci neden, şairin şiirinde hatta düzyazılarında kullandığı kendine özgü yazımında ortaya çıkmaktadır. Şiirin, söz konusu kitabın 2. baskısından alınan tıpkı yazımı yukarıdaki gibidir. Dikkat edilirse, şairin Türkçenin genel yazım kurallarına uymayan tutumu kolayca fark edilecektir. Attila İlhan'ın büyük harf ve noktalama işareti kullanmama seçimi, dünya görüşünün harfler arasında bile bir hiyerarşiye izin vermemesi nedeniyle mi, yoksa yukarıda değindiğimiz "ulusal bileşim düşüncesi"yle Osmanlıcanın küçük büyük harf farkı olmayan Arap alfabesiyle yazılmasına bir göndermeyle mi açıklanır; bunu bilmek zor. Sonuçta bu, şairin bir seçimidir ve işin doğrusu böyle bir seçime de hakkı vardır, saygı duyulmalıdır.

Ancak şairin bu özgün yazımını doğru anlamak gerekir. Onun, bu özgün yazımında özel adlar dahil büyük harf kullanmamakla birlikte, anlam karışıklığını önlemek için özel adlara eklenen çekim eklerini kesme işaretiyle ayırma kuralına uyduğuna dikkat etmek gerekir. Örneğin "küskün içlenmelerle geçti izmir'de kaç akşamımız" veya "laleler düşerdi körfeze şair nedim'in ruhundan" dizelerinde “İzmir” ve “Nedim” özel adlarından da ekler kesme işaretiyle ayrılmıştır.

Mahûr'un nakarat dizesinde geçen "müjgân" sözcüğü, sözünü ettiğimiz nedenle küçük harfle başlatılmış ama sözcüğe eklenen "-la" eki kesme işaretiyle ayrılarak “müjgân’la” biçiminde yazılmıştır. Öyleyse “müjgân” bir tür adı değil, özel addır. Bu nedenle şairin kurduğu dramatik imgede "müjgân"ın "kirpik" değil, şairin acılarını ve duygularını paylaştığı düşsel/şiirsel bir kadın olarak kurgulanan sevgilinin adıdır.

Üçüncü nedense, Attila İlhan’ın birçok şiirinde kurduğu hikâyelerde Müjgan'a benzer kadın karakterlere sık sık rastlanması; hatta aynı Müjgan’a, aynı yazım biçimiyle başka şiirlerinde de yer vermiş olmasıdır. Bu durum, “Müjgan”ın şairin imgeleminde bir kirpik olarak değil, acılarını ve mutluluklarını paylaştığı bir imge sevgili olarak düşlendiği anlamına gelir. Nitekim Tutuklunun Günlüğü'nde, sözünü ettiğimiz İncesaz bölümünde yer alan "Sabâ" şarkısında da karşımıza çıkar Müjgan:

"şebboyların debdebesi ağır kumrallığında akşamın

başımızı döndürürdü hem benim hem müjgan'ın"

Attila İlhan’ın Mahûr adlı şiiriyle, “bir yangın ormanından püskürüp güneşten ışık yontarak kendilerini “Tam bağımsız Türkiye” mücadelesine adayan “genç fidanları” anarken, Müjgân’a yapılan “kirpik” muamelesi bir son bulur umuduyla…

Mustafa Pala
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)